top of page
Eren Çetin

Esad’ın Devrilişi: Arap Baharının Geç Kalmış Bir Çiçeği Mi?

Suriye’de 13 yıldır süren iç savaşın seyri, Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasında bir ateşkes antlaşmasının da imzalandığı 27 Kasım’da, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğindeki silahlı grupların başlattığı operasyonla beraber değişti. Suriyeli muhalif militanlar sırasıyla Halep, Hama ve Humus’u ele geçirerek 10 gün içinde başkent Şam’a vardılar ve 7 Aralık gecesi Baas Rejimi’nin son bulduğunu açıkladılar. Esad’ın ise Şam’ı terk ederek Moskova’ya sığındığı öğrenildi.



Esad’ın İktidara Gelişi

Beşar Esad, devlet başkanlığını babası Hafız Esad’dan 2000 yılında devraldı. Kendisi aslında bu görev için yetiştirilmemişti. Şam Üniversitesinden mezun olduktan sonra eğitimine devam etmek için İngiltere’ye gitmişti. Ancak Hafız Esad’ın halefi olarak yetiştirilen büyük oğul Basil Esad’ın trafik kazasında hayatını kaybetmesinden sonra ülkeye çağrıldı ve bir dizi protokolden geçirilerek devlet başkanlığına hazırlandı. Hafız Esad’ın 2000 yılındaki vefatının ardından, Cumhurbaşkanlığı seçilme yaşının 40’tan 34’e düşürülmesiyle tek aday olarak seçime giren Beşar Esad o günden bu yana Suriye Devlet Başkanlığını yürütüyordu.


Beşar Esad’ın göreve geldiği ilk yıl, ülkede siyasi anlamda ılımlı rüzgarlar esmekteydi. Babası Hafız Esad’ın şiddet ve baskıyla yönettiği yıllardan sonra Suriyeli muhalif entelektüeller biraz nefes almıştı. Şam Baharı olarak da adlandırılan ve Esad’ın şeffaflık, demokrasi, kalkınma, çağdaşlaşma, hesap verilebilirlik gibi kavramlardan bahsettiği bu ılımlı ortam çok sürmeyecekti. 1000 Suriyeli entelektüelin imzası bulunan Binler Beyanı'yla hareketlenen toplumsal muhalefet, Esad’ı tedirgin etti. Bunun sonucu olarak 2001 yılında, güvenlik güçlerinin muhaliflere karşı yürüttüğü baskı ve tutuklamalar Şam’ın baharını başka bir on yıla ertelemişti.


Arap Baharı ve Suriye’deki Protestolar

Esad iktidarının ilk 10 yılında Suriye'nin İran ile ilişkileri güçlendi. Katar ve Türkiye'yle ilişkiler de gelişiyordu. Suudi Arabistan ile ilişkiler ise inişli çıkışlıydı. Dış politikada babasının izlerini takip eden Esad, içeride de muhaliflerin üstündeki baskıyı artırıyordu.


2010’ların başında Tunus'ta yolsuzluk ve ekonomik krize karşı başlayan protestolar Arap dünyasının çoğuna yayıldı. Mart 2011'de "Çölde Bir Gül" başlığıyla yayımlanan ancak sonradan kaldırılan Vogue söyleşisinde "bombalı saldırılardan, gerilimlerden ve adam kaçırmalardan uzak bir ülke" diye tanımlanan Suriye’ye de “bahar” sıçrayacaktı. Mart’ın ortalarından itibaren gerçekleşen rejim karşıtı protestolara, Suriye Ordusu ve güvenlik güçleri tarafından silah kullanılarak müdahale edilmesi isyanı daha da şiddetlendirmişti. Esad ise isyancıların kökünün dışarıda olduğuna göndermeler yaparak gerçekleştirilen protestoları bir “komplo” olarak tanımlıyordu.



Suriye’nin İç Savaşa Sürüklenişi

Protestoların yoğunlaşmasıyla beraber çoğunlukla firari askerler ve sivil güçlerden oluşan muhaliflerin farklı gruplar halinde örgütlenmesi ve silahlanmasıyla Suriye bir iç savaşa sürüklendi. Çatışmalar büyürken uluslararası müdahaleler de gecikmedi. Rusya ve İran destekli silahlı örgütler Esad güçlerinin yanında müdahil olurken, Türkiye ve Körfez ülkeleri silahlı muhalif gruplara destek verdi. Bu grupların başında daha sonraları Suriye Milli Ordusu ismini alacak olan Özgür Suriye Ordusu geliyordu. Dönemin ABD başkanı Barack Obama’nın, Esad'ı istifa etmeye çağırması ve birçok Batılı ülkenin Esad yönetimine ambargo uygulamaya başlamasıyla gerilim iyice tırmandı. Bu sırada, çatışmalarda evlerini kaybeden ve bulundukları bölge yaşanmaz hale gelen milyonlarca Suriye vatandaşı ise başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere göç ediyordu. 


Eylül 2011’de Arap Baharı’nın etkisiyle süren yoğun protestolar sonucu Hüsnü Mübarek’in istifasıyla beraber yönetimin devrildiği Mısır'a giden dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Beşşar Esad yönetimini "halkına kurşun sıkan, tanklarla toplarla şehirlere baskınlar düzenleyen" diye tasvir ederek şöyle konuşmuştu:


"Suriye halkı şu anda Esad'a inanmıyor; biz de inanmıyoruz."

2012 yılının ortalarında Esad güçlerinin, Kürt nüfusun da yoğunlukta olduğu Suriye’nin kuzeyinden çatışmasız bir şekilde çekilmesiyle bölge PYD/YPG’nin kontrolüne geçti. Türkiye, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olarak tanımladığı bir grubun kendi sınırlarına bu kadar yakın bir bölgede kontrolü ele almasından rahatsızdı. İlerleyen yıllarda Suriye’nin iç karışıklığından faydalanarak bölgede hızla ilerleyen ve bazı toprakları ele geçiren IŞİD sebebiyle etki alanı küçülen PYD/YPG, ABD ve Avrupa tarafından desteklenmesiyle tekrar güçlenmiş ve IŞİD’e karşı savaşan taraflardan biri olmuştu. PYD, ABD’nin desteğiyle önce Kobani’de sonraları Kuzey Suriye’nin nerdeyse tamamında IŞİD’i yenerek kontrol ettiği coğrafi alanı genişletmişti. Suriye’nin kuzeyinde artan PYD/YPG varlığı, ilerleyen yıllarda Türkiye ile ABD arasında sık sık gerilim yaşanmasına sebep olacaktı.



Değişen Dengeler

IŞİD’in ortadan kaldırılmasından itibaren rejime muhalif güçlerin kendi aralarında sürdürdükleri çekişmelerden faydalanan ve Rusya ile İran’ın desteğini alan Şam yönetimi, Suriye’nin kuzeyi hariç çoğunda kontrolü tekrar sağlamış görünüyordu. Kuzey Suriye ise üç gücün arasında bölünmüştü: Batıda İdlib’i yöneten ve el-Kaide’nin Suriye kolu olarak da bilinen el-Nusra Cephesi’nin başka gruplarla da birleşmesiyle kurulan HTŞ, Türkiye sınırında varlık gösteren TSK ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu ve son olarak ülkenin neredeyse üçte birini kontrol eden PYD/YPG. Bu denge, HTŞ’nin de kurulduğu 2017’den beri pek değişmiyordu. Ancak bu sakinlik, Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail’in de ateşkes antlaşması imzaladığı 27 Kasım’da değişecekti.


Geçtiğimiz sene 7 Ekim’de Hamas, Aksa Tufanı Operasyonu'nu başlattı ve militanlar Gazze’yi aşarak İsrail askeri üslerine saldırdı. Hamas militanlarının olaylar sırasında sivillere yönelik saldırılarda bulunmasıyla İsrail ile Filistin arasındaki gerginliği iyice tırmandı. Geçen bir sene içerisinde İsrail, Gazze halkına çok sert saldırılarda bulundu. Hamas’a ağır darbeler indiren İsrail, bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü Lübnan Hizbullahı’na karşı da yoğun bir mücadeleye girişti. Düzenlenen askeri operasyonlarla Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ın yanı sıra örgütün pek çok üst düzey yöneticisi öldürüldü. İsrail, İran’ın da üzerine giderek Tahran da dahil olmak üzere bazı askeri noktalara füze saldırıları düzenleyip hedeflerini imha etti. Birkaç ay evvel Cumhurbaşkanlarını helikopter kazasında kaybeden İran’ın bu saldırılara tepkileri beklenen kadar sert olmadı. Ukrayna ile savaşı devam eden Rusya’nın Ortadoğu’daki aktifliğinin azalması ve İran’ın gerileyen nüfuz alanı, beraberinde Esad rejiminin de güçsüzleşmesine yol açtı. ABD’nin bölgedeki askeri nüfuzu göz önünde bulundurulduğunda, Trump’ın yeni ABD Başkanı seçilmesi de harekete geçmeyi bekleyen Suriyeli muhalif militanların Şam’a yürüyüşü için uygun zamanı işaret etmiş gözüküyor. Nitekim, HTŞ’nin öncülük ettiği muhalif militanların 27 Kasım’da başlattıkları operasyonla 2 gün içinde Suriye’nin nüfus açısından en büyük kenti Halep’i kontrol altına alabilmeleri de uygun koşulların oluştuğunu kanıtlar nitelikteydi.



HTŞ’nin Değişimi ve Yükselişi

Suriye İç Savaşı başladığında muhalifler arasında iki grup oluşmuştu: Daha sonraları Suriye Milli Ordusu adını alacak olan Özgür Suriye Ordusu ve El-Kaide’nin Suriye uzantıları. El-Kaide, benzerlerine göre agresif olarak nitelendirebileğimiz bir tür cihat öğretisini benimseyen ilk Suriye uzantısını El-Nusra Cephesi adıyla kurdu. Bu sıralarda Irak El-Kaidesi de IŞİD’e dönüşmüş ve Irak ile beraber Suriye’de varlık göstermeye başlamıştı. IŞİD, kuruluşunun üstüne çok geçmeden radikalleşerek Irak ve Suriye dışında özellikle Avrupa’da da birçok ülkede terör eylemleri gerçekleştirdi. Böylece Esad’ı devirip Suriye’yi “kurtarmak” için yola çıkan Colani ve diğer muhalif örgütler aniden kendilerini tüm dünya kamuoyunun yoğun tepkisini çekmiş, savaşçı yapıların yanında konumlandırılırken buldular. Bu, Suriye merkezli bir yerel şeriat düzenini hedefleyen El-Nusra’yı ve genç lideri Colani’yi yeni arayışlara sevk edecekti. 


El-Kaide’nin önde gelenleri 2016-2017 yıllarında ABD’nin hava saldırılarıyla art arda öldürülünce zayıflayan örgüt bağlantıları, El-Nusra’nın dönüşümüne kayda değer bir katkıda bulundu. El-Kaide liderlerinin hedef alınarak öldürülmeleri, Colani’nin etrafındaki şekillenen El-Nusra’nın Suriyelileşme sürecini hızlandırdı. El-Kaide ile bağlantının tamamen koparılması ise, 2016 yılının ortalarında, örgütün “Cabha fath al-Şam” (Levant’ın Kurtuluşu Cephesi) adını alması ve El-Kaide’nin öncüsü olduğu küresel cihadın reddedilmesi ile gerçekleşti. Aynı kadro tarafından Ocak 2017’de HTŞ’nin kurulması ise Esad rejimine karşı tüm silahlı muhalefeti aynı çatı altında birleştirme amacı taşıyordu. Bu sayede Colani hem El-Kaide bagajından kurtuluyor hem de örgütünü yerelleştirme ve meşruiyetini sağlamlaştırma adımlarını tamamlıyordu.


HTŞ’nin, radikal cihatçı yükünden kurtulması çalışma tarzını da etkiledi. Gerilla savaşını değil, kontrolleri altında bulunan İdlip merkezli bölgede Suriyeli muhalifler için yaşanabilir ve görece güvenli bir ortam oluşturmayı öncelediler. Bunun için de HTŞ’nin askeri kanadından ayrı olarak teknokrat bir yapı olan Suriye Kurtuluş Hükümeti’nin kurulması sağlandı. Şehirde hastaneler ve okullar inşa edildi. Belediye hizmetleri verilmeye başlandı. Zamanla 4 milyon nüfusa ulaşan, yaşanılabilir bir kent oluşturuldu. Suriye Kurtuluş Hükümeti, selefi-cihatçı gruplar tarafından desteklenen, ideolojik yapıları ve sert yönetimleriyle karakterize edilen bilinir örgütlerden büyük ölçüde ayrışmış oldu. On bakanlıktan oluşan Suriye Kurtuluş Hükümeti’nde, Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na bağlı bir Kültür Müdürlüğü ve devamında da Kültür Müdürlüğü’ne bağlı İdlib Eski Eserler Dairesi kuruldu. Asıl görevleri arasında Kurtuluş Hükümeti bölgelerindeki tarihi eserlerin korunması ve onarımı yer alıyordu. Kurtuluş Hükümeti’nin, bu uygulamalarının yanı sıra İdlib Müzesi’nin açılması gibi tarihi-kültürel eserlerin korunmasıyla alakalı ileri düzeyde önlemler almasına izin vermesi, selefi-cihatçı geleneklerden büyük bir sapma olarak görüldü. Bu uygulamaları sert dille eleştiren radikaller zamanla örgütten ayrıldılar. 


Muhalifler, HTŞ Liderliğinde Harekete Geçiyor

İdlib ve civarını sekiz senedir fiilen yöneten ve insan kaynağı yönetiminde de oldukça deneyim kazanmış diyebileceğimiz HTŞ’nin liderliğindeki muhalif gruplar 'Saldırıyı Püskürtme' adıyla başlattıkları harekât ile Rejim güçlerinden Halep’i 2 günde aldı ve hızla ilerleyerek sırasıyla Hama ile Humus’a girdi. Son yıllarda cihatçı gömleğinden sıyrılmaya çalışan ve uluslararası kamuoyuna Suriye dışında bir emelleri olmadığını defaatle açıklayan HTŞ, ele geçirdiği bölgelerde de teslim olan rejim güçleriyle ve halk ile çatışmaya girmedi. Bu ılımlı tavır ilerleyişlerini de kolaylaştırdı. 


Bu sırada örgütün lideri Muhammed Colani CNN International ile bir röportaj yaptı. Röportajda Colani, değiştiğini iddia ederek, “Yirmili yaşlarındaki bir insan otuzlu ya da kırklı yaşlarındaki birinden ve kesinlikle ellili yaşlarındaki birinden farklı bir kişiliğe sahip olacaktır. Bu insanın doğasında var." dedi ve ılıman mesajlar verdi. “Hiç kimsenin başka bir grubu silme hakkı yoktur. Bu mezhepler yüzlerce yıldır bu bölgede bir arada yaşıyor ve kimsenin onları ortadan kaldırmaya hakkı yok.” diyerek Suriye’de yaşamını sürdüren pek çok azınlık gruba da güvence vermeye çalıştı.


Şam’ın Düşüşü: Suriye’de Çiçek Açabilecek mi?

HTŞ liderliğindeki silahlı muhalif gruplar Humus’tan sonra ilerleyişlerini sürdürerek 7 Aralık gecesi Şam’a girdiler. 8 Aralık sabahı devlet televizyonundan ulusa seslenen HTŞ, başkentte bulunan üst düzey istihbarat yetkilileriyle şehrin kontrolünü devralmak üzere anlaşmaya varıldığını açıkladı. Bu arada Suriye Başbakanlığı görevinde bulunan Muhammed el Celali, "Suriye halkı tarafından seçilen herhangi bir liderlikle" işbirliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu. El Celali konuşmasında, "Bu ülke, komşularıyla ve dünyayla iyi ilişkiler inşa eden normal bir ülke olabilir. Ancak bu Suriye halkı tarafından seçilen herhangi bir lider kadrosuna kalmış bir konu." dedi. 9 Aralık'ta ise HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani, görevden ayrılan Beşar Esad'ın son başbakanı Muhammed el-Celali ve örgüt tarafından geçiş dönemi başbakanı olarak tayin edilen Muhammed el-Beşir'i bir arada gösteren bir video yayımlandı. El-Beşir videoda takım elbiseli ve kravatlı olarak yer aldı. Suriye ve uluslararası kamuoyundaki cihatçı kimliklerini yumuşatmaya çalıştığı açıkça gözüken HTŞ üyelerinin bazı imaj değişikliklerine de gittiği anlaşılıyordu. Esad Yönetimi başbakanı, "geçiş döneminin hızlı ve pürüzsüz olması için" kabinesi ile birlikte muhaliflerle iş birliği yaptığını tekrarlıyordu.

Suriye'deki muhalif grupları temsil eden Suriye Muhalif ve Devrimci Milli Güçler Ulusal Koalisyonu da 8 Aralık'ta yaptığı açıklamada "tam yürütme yetkisine sahip" bir geçiş hükümetinin kurulacağını ve bunun "özgür, demokratik ve çoğulcu bir Suriye'nin önünü açacağını duyurmuştu.


Esad’ın ülkeden ayrılması ve Şam’ın düşmesiyle beraber HTŞ’nin ana kadrosunu oluşturduğu Suriye Kurtuluş Hükümeti, yeni dengelerin merkezine oturmuş oldu. HTŞ güçleri ise Şam’da kontrolü sağladıktan sonra tekrar ülkenin kuzeyindeki petrol açısından zengin Deyrizor bölgesine yöneldi. PYD güçlerinin çekilmesiyle beraber Deyrizor’un da kontolünü ele geçirdiklerini açıklayan HTŞ, aynı gün yapılan açıklamalarda yurt dışında bulunan tüm Suriyelileri ülkeye geri davet etti ve dönüşleri için "uygun şartların" yaratılacağının altını çizdi.


Baas rejiminin devrilmesi ve silahlı muhalif grupların Suriye’nin çoğunda yönetimi ele almış olması, ülkedeki diktatoryal yönetimden yorulmuş Suriye halkını sevindirmiş olsa da birleşik ve demokratik bir Suriye’nin kurulup kurulamayacağı halen tartışmalı gözüküyor. Esad’ın devrilişi, Arap Baharı’nın geç kalmış bir çiçeğini açtırabilecek mi bunu ancak zamanla göreceğiz.



Kaynakça:








Comments


Son Eklenenler

bottom of page