Tarihi Kim Yazar? Amerikan İç Savaşı Perspektifi’nden Tarih Yazımını Anlamak – I
ODTÜ Tarih bölümü doktora öğrencisi Tan Berk Akı, 3 yazılık “Tarihi Kim Yazar? Amerikan İç Savaşı Perspektifi’nden Tarih Yazımını Anlamak” serisiyle tarihin zaman içerisinde nasıl değiştiğini ABD İç Savaşı perspektifinden anlatıyor. Bu, serinin ilk yazısıdır.
Amerikan İç Savaşı’nın Değişen Yorumu
İtalyan liberal idealist filozof Benedetto Croce’nin söylediği gibi, “Her gerçek tarih bugünün tarihidir.” Burada Croce’nin anlatmaya çalıştığı şey, her yazılan tarih eserinin yazıldığı dönemin etkisinde kaldığı, dolayısıyla tarihte hiçbir yorumun sabit kalmadığı ve her yeni kuşağın geçmişteki tarihsel olayları yaşadıkları günün şartlarına göre tekrardan yorumladığıdır. Geçmişteki olaylar ve bu olayların sonuçları değişmiyor olabilir ama insanların tarihe bakış açısı sürekli olarak değişiyor, dolayısıyla tarihi olayların yorumları değişiyor, çünkü hepimiz yaşadığımız zamanın bir ürünüyüz. Bu yazıda da Amerikan İç Savaşı’nın yorumunun her yeni kuşakta zamanın koşullarına göre değiştiğini göstermek ve bu yorumlamadaki değişimlerin sebeplerini bulmak amaçlanmaktadır. Her çalışmadan bahsedilmesi mümkün olmadığı için her dönemin en ilgi çeken ve popüler olan çalışmalarına değinilecektir.
Amerikan İç Savaşı üzerine yazılan ilk tarih eserinin savaşın bir yıl ardından 1866’da yazılan Edward A. Pollard’ın meşhur The Lost Cause: A New Southern History of the War of the Confederates olduğunu görüyoruz. Bu eserin yazılma amacı Amerikan İç Savaş’ında kaybeden taraf için, kazananların yarattığı resmi anlatıya karşı bir alternatif tarih anlatısı yaratmaktı. Bu sayede Güney eyaletlerinin üzerlerindeki savaş suçunu ve yenilmişlik duygusunu atıp, Güney tarafından İç Savaş’ta yapılan siyasi hamleleri meşrulaştırarak onlara vurulan “hain” damgasından kurtulmak hedeflenmiştir ve böylelikle tekrardan bir direniş umudu yaratılmaya çalışılmıştır.
“İtalyan liberal idealist filozof Benedetto Croce’nin söylediği gibi, ‘Her gerçek tarih bugünün tarihidir.’ Burada Croce’nin anlatmaya çalıştığı şey, her yazılan tarih eserinin yazıldığı dönemin etkisinde kaldığı, dolayısıyla tarihte hiçbir yorumun sabit kalmadığı ve her yeni kuşağın geçmişteki tarihsel olayları yaşadıkları günün şartlarına göre tekrardan yorumladığıdır.“
Kitabın isminin alt başlığında, Amerikan İç Savaşı’ndan bir iç savaş olarak değil de Güney eyaletlerinin ayrılarak kurduğu devletin ismini içerecek şekilde “Konfederasyon Savaşı” olarak bahsetmesi de kesinlikle bir tesadüf değildir. Güneyli bir Demokrat gazeteci olan Edward A. Pollard, bu kitap ile yenilen taraf olan Güney eyaletlerini haklı çıkarmak için kitaba adını veren “Kayıp Dava (The Lost Cause)” tezini ortaya atmıştır. Bu pek gerçekliği olmayan ve oldukça Beyaz üstünlükçülüğünü savunan tarih tezine göre Güney eyaletlerinin ayrılmasında ve Amerikan İç Savaşı’nın sebepleri arasında kölelik üzerine ahlaki olarak bölünmenin hiçbir rolü yoktur (Pollard, 1866, s. 47). Pollard’a göre kölelik hiç de Kuzeyli yazarların ve siyasetçilerin iddia ettiği gibi ahlaken yanlış bir şey değildi, hatta Siyahi köleler için bile kölelik sistemi onları koruyan ve hayat kalitesini artıran bir şeydi (Pollard, 1866, s. 49). Bu Kayıp Dava Tezi’ne göre savaşı başlatan şey kesinlikle kölelik sorunu değildir, iki bölge arasındaki radikal derecede uyuşmaz farklı kültürdür. Pollard Kuzey ve Güney eyaletlerinin tamamen farklı iki farklı medeniyeti temsil ettiğini iddia eder (Pollard, 1866, s. 46). Kuzey, modern Puritan değerler tarafından yönetilirken, Güney ise Ortaçağ’dan kalma aristokratik bir yaşam tarzına sahipti (Pollard, 1866, s. 47-51). Bu sebeple savaş er ya da geç kaçınılmaz olacaktı. Pollard’a göre Kuzey ve Güney arasındaki kölelik tartışması bu savaşın nedeni değil, sadece iki tarafında birbirine duyduğu öfkenin bir yansımasından ibarettir. (Pollard, 1866, s. 47).
Edward A. Pollard’ın yaptığı gibi, Güney eyaletlerinin ayrılma hamlesinin meşru olduğunu öne sürmek ve onları Amerikan İç Savaşı’nda haklı çıkarabilmek için Güney eyaletlerinin ABD’den ayrılarak kurduğu devlet olan Amerika Konfedere Devletleri’nin başkan yardımcısı Alexander H. Stephens iki ciltlik A Constitutional View of the Late War between the States kitabını 1868 yılında, Amerikan İç Savaşı’ının bitişinden 3 sene sonra yayımlamıştır. Bu iki ciltlik kitabın ilk cildinde Stephens, eyalet hakları sebebiyle Güney eyaletlerinin ayrıldığını iddia ederek eyaletlerin ayrılma sebebinin meşru ve ABD anayasasına uygun olduğunu savunmuş, dolayısıyla bu hareketin bir isyan olmadığını iddia etmiştir ve Amerikan İç Savaşı’nın asıl sebebi olan kölelik kurumunu koruma mevzusunu gizlemeye çalışmıştır (Stephens, 2003, s. 12-13). Halbuki aslında Güney eyaletleri ayrıldıktan sonra 21 Mart 1861 tarihinde “The Cornerstone Address” isimli günümüzde oldukça kötü hatırlanan meşhur bir konuşmayı Amerika Konfedere Devletleri başkan yardımcısı olarak yapmış ve bu konuşmada sonradan yazılan eserinde iddia ettiğinin aksine “Yeni devletimiz tamamıyla karşıt fikirler üzerine kurulmuştur; devletimizin kuruluş temeli, yapıtaşı Siyahi adamın Beyaz adama eşit olmadığı; ve köleliğin, üstün ırka tabi olmanın onun doğal ve ahlaki koşulu olduğu hakikatidir.” diyerek aslında Güney’in ayrılma sebebinin sadece kölelik kurumunu koruma olduğunu bizzat kendisi zamanında itiraf etmiştir (Stephens, 1862, s. 44-46).
İlk kuşaktan yine benzer bir eser Güney eyaletlerindeki köle pratiğinin sert bir savunucusu olan Demokrat Partili Başkan James Buchanan’ın hatıratıdır. James Buchanan hatıratında kendi yönetimini savunmuştur ve Kuzeylilerin hem meclis içindeki hem de meclis dışındaki kölelik karşıtı hareketinin var olan çatışmayı arttırdığını iddia ederek savaşın kaçınılmaz bir boyuta vardığını söylemiştir (Buchanan, 1866, s. iv). Fakat Buchanan’a göre Güney eyaletleri de büyük bir hata yapmıştır, o da bu eyaletlerin aldığı ayrılma kararıdır (Buchanan, 1866, s. v). Fakat tıpkı Pollard gibi o da bu savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünen ve tarihe oldukça determinist bir perspektiften bakan birisiydi (Buchanan, 1866, s. 98). Tahmin edilebileceği üzere bu determinist kaçınılmazlık argümanını Güney’in yaptıklarını meşrulaştırmak için kullanmıştır. Ayrıca bu hatıratın yazılma amacı da sadece Güney’i haklı çıkarmak değil, suçu ağırlıklı olarak Kuzey’e atarak Güney eyaletlerinin ve her şeyden önce kendi hükümetinin bir savunusunu yapmaktı.
Güneyli yazarlar ne kadar çabalarsa çabalasınlar hakim anlatıyı değiştirmekte pek başarılı olamadılar, çünkü Amerikan İç Savaşı sonrasında Güney artık kaybeden taraf olarak çok sert bir şekilde damgalanmış ve kınanır olmuştu. Onların İç Savaş’taki suçu, tarihi bir hakikat haline gelmişti. Dolayısıyla, ilk kuşak tarihçiler arasında beklenildiği üzere yazıları en fazla popüler olanlar kazanan taraf olan Kuzey’in hâkim argümanlarını tek hakikat olarak savunup temele oturtan eserlerdir. Bunlardan en meşhuru, John Nicolay ve John Hay tarafından Amerikan İç Savaşı’ndan 30 yıl sonra, 1890 yılında hazırlanan ve Abraham Lincoln kültü yaratma hedefi olan Abraham Lincoln: A History isimli biyografi serisidir. Gerçeğe pek uygun olmasa da bu 10 ciltlik eserde Abraham Lincoln, kölelik gibi bir insanlık utancının karşısında dimdik ayakta duran ve Kuzey’in Protestan ahlakını en cesur şekilde savunup ülkenin dağılmasını engelleyen büyük bir lider olarak resmedilmiştir (Nicolay & Hay, 1890).
Aynı dönemde çıkan benzer bir eser ise Cumhuriyetçi Parti’den Massachusetts senatörlüğü ve sonrasında da Cumhuriyetçi başkan Ullyss S. Grant’ın bir dönem başkan yardımcılığını yapmış Henry Wilson ve onun meşhur üç ciltlik History of the Rise and Fall of the Slave Power eseridir. Bu eserinde Wilson o dönemki hâkim anlatıyı tekrarlıyor, sert bir şekilde determinist bir perspektiften Amerikan İç Savaşı’nın kaçınılmaz bir savaş olduğunu ama bunun tamamıyla kölelik üzerine Kuzeyli ve Güneyli siyasi liderlerin arasındaki ahlaki bir çatışmadan kaynaklandığın iddia ediyordu. Bu oldukça partizan anlatıya göre Kuzeyliler asla Güney’in kölelik pratiğini ahlaken doğru kabul edemiyorlardı ve en sonunda kaçınılmaz olarak bu ahlaki çatışmanın bir iç savaşa sebep olduğunu iddia ediyordu (Wilson, 1877, s. 484; Wilson, 1877, s. 572).
Amerikan İç Savaşı sonrası yaşanan ve kazanan Kuzey’in Güney’e siyasi tahakkümünü içeren Yeniden Yapılanma (Reconstruction) isimli dönemde Kuzey, ülkedeki ırksal eşitlik için önemli aşamalar kaydedilmesini sağlamıştır. Birçok Siyahi Amerikalı sadece oy hakkı kazanmamış, ayrıca Güney eyaletlerinin birçoğunda yerel meclislerde oldukça yüksek rakamlarda milletvekili veya senatör olarak görev almışlardır, hatta birçok yerde belediye başkanı veya vali olarak önemli siyasi pozisyonlara gelmiştir. Fakat, “Uzun Buhran” olarak bilinen 1873 Ekonomik Krizi normalde o döneme kadar mecliste baskın olan Cumhuriyetçi Parti’nin ağır bir yenilgi almasına sebep olmuş ve bu da artık Yeniden Yapılanma siyasetinin kalıcı bir şekilde bittiği anlamına gelmiştir.
Sıradaki başkanlık seçimi olan 1876 seçimi ise ülkenin en ekstrem şekilde kutuplaştığı, ABD’nin en hileli seçimi olarak bilinmektedir. Seçimi kazanan Rutherford B. Hayes meclisteki Güneyli Demokrat milletvekillerine sonucu kabul ettirebilmek için 1877 Tavizi denilen anlaşmayı yaptı. Bu tavize göre Hayes’in yeni hükümeti Yeniden Yapılanma dönemini bitirecek ve İç Savaş bittiği günden bu yana orada bulunan bütün federal askerleri Güney eyaletlerinden kalıcı bir şekilde geri çekilecekti. Yeniden Yapılanma döneminin bitirilmesiyle Jim Crow Yasaları olarak bilinen yasalar ırkçı ayrımcılıkları getirmiş ve bir çeşit ırksal apartheid Güney eyaletlerinde yeniden canlanmıştır. İşte tam bu dönemde, Union Daughters of Confederacy (Konfederasyon Kızları Birliği) öncülüğündeki Güneyli Beyaz üstünlükçüsü bir grup Güney milliyetçiliğini yeniden canlandırmak için Amerikan İç Savaşı’nda Güney’i yücelten revizyonist bir anlatıyı benimseme çabasına girdiler ve bunun için de Edward A. Pollard’ın olaylı Kayıp Dava Tezi’ni yeniden keşfettiler. Böylece, 1877 Tavizi sonrasında Amerikan İç Savaşı oldukça çarptırılmış bir şekilde ABD’nin Güney eyaletlerinde yeniden toplumsal hafızaya girmiş ve artık bu tarihi olay Kuzey ve Güney arasındaki güç mücadelesinin bir parçası haline gelmiştir.
1876-77 Tavizi’ni anlatan bir illüstrasyon.
Geç 19. yüzyılda Güney eyaletlerinde Siyahi hakları için kayıplar yaşansa da Kuzey’in modernizasyonu tam hız devam ediyordu. Bilimsel gelişmelerin radikal bir biçimde yaşandığı, pozitivizmin yavaş yavaş insan hayatına hakim olduğu ve hatta Taylorism gibi işletmelerin bile en verimli ve en bilimsel yöntemlerle yönetilmesi araştırılan bir dönem olan İlerici Dönem’de (The Progressive Era) Kuzeyliler için ilerleme ve modernleşme durdurulamaz bir süreç gibi algılanıyordu. Bu dönemde ise Amerikan İç Savaşı, Kuzeyliler için yeniden hatırlanmış ve bu olay sadece Kuzey ile Güney arasındaki bir iç savaş olarak değil, aslında kaçınılmaz toplumsal ilerlemenin bir parçası olan önemli bir ahlaki çatışma ve Amerikan demokrasisinin temellerini atan bir olay olarak yorumlanmaya başlamıştı. James Ford Rhodes, Amerikan İç Savaşı’nı görmeyen ikinci kuşak bir tarihçi olarak 7 ciltlik History of the United States from the Compromise of 1850 adlı eseri yazmıştır ve bu seride Kuzey’in klasik abolitionist argümanları tekrarlayarak Amerikan İç Savaşı’nın kölelik sebebiyle çıktığını ve Kuzey’in haklı taraf olduğunu kanıtlamaya çalışmış, bu savaşın da kaçınılmaz bir olay olduğunu savunmuştur (Ford, 1906, s. 52-53; Ford, 1906, s. 380). Bu eseri asıl önemli yapan şey ise 1877 Tavizi sonrası yavaş yavaş unutulmaya başlayan Amerikan İç Savaşı’nı ABD tarihi üzerine olan tartışmalara tekrardan kazandırmasıdır.
Pozitivist düşünce İlerici Dönem’de yetişmiş birçok tarihçide de oldukça kolay gözlemlenebilen bir şeydir. Bu tarihçiler toplumu sadece ilerleme içerisinde görmüyorlar, ayrıca bütün bakış açıları pozitivist bilim mantığından etkilenmiş ve ister istemez gerek topluma gerekse tarihe bu aşırı determinist bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Yani onlar için tarih sadece determinist bir şekilde ilerleyen bir şey değil, aynı zamanda toplumlar da tamamen materyal faktörlerden etkilenen pasif öznelerdir. Dolayısıyla tarihteki çatışmaların sebebi kültürel, ideolojik, ahlaki veya siyasi fikirler değil, bizzat sosyo-ekonomik faktörlerin kendisidir. Bu durumda fizik, kimya ve biyoloji gibi pozitif bilimler mutlak bilimsel kanunları bulmak üzerinden işliyorsa, bu pozitivist tarihçiler de toplumları bu şekilde belirli bir sistem içerisinde hareket eden nesleler olarak görüyor ve onlar da tarihi araştırırken toplumlar için var olduklarına inandıkları mutlak kanunları bulmaya çalışıyorlardı.
“Bu durumda fizik, kimya ve biyoloji gibi pozitif bilimler mutlak bilimsel kanunları bulmak üzerinden işliyorsa, bu pozitivist tarihçiler de toplumları bu şekilde belirli bir sistem içerisinde hareket eden nesleler olarak görüyor ve onlar da tarihi araştırırken toplumlar için var olduklarına inandıkları mutlak kanunları bulmaya çalışıyorlardı.”
Bu tarz bir pozitivist sosyal bilimci yaklaşımın en büyük öncüleri İlerici Tarihçi Ekolü’nün sembol isimlerinden Charles ve Mary Beard’dır. Beard’lar meşhur The Rise of Amercian Civilization isimli eserlerinde Marksist tarihsel materyalist metodolojiyi uygulayan iki sosyalist tarihçi olarak Amerikan İç Savaşı’nı bir sınıf savaşı olarak yorumlamışlardır. Beard’lara göre Amerikan İç Savaşı Güney’in aristokratik gücünü Amerikan siyasetinde ortadan kaldırmak için Kuzeyli burjuvazi, Kuzeyli ve Batılı işçi ve çiftçi sınıfı ile bir ittifak yapmış ve bunun sonucunda savaşı kazanarak Beard’ların deyimiyle “İkinci Amerikan Devrimi”ni gerçekleştirmişlerdir (Beard & Beard, 1934, s. 53). Beard’lar Amerikan İç Savaşı’na İkinci Amerikan Devrimi derler, çünkü Amerikan İç Savaşı’nın ABD’nin tarımsal ekonomiden endüstriyel ekonomiye geçişi için bir gereklilik olarak görüyorlardı.
Beard’ların önceki kuşak yaklaşımlardan en büyük farkı onların tarihe ekonomik bir determinist perspektiften bakmalarıdır ve Amerikan İç Savaşı’nı da bu bağlamda yorumlamalarıdır. Onlar için, kitaplarında da açık açık belirttikleri gibi, bu savaşta kölelik meselesinin hiçbir önemi yoktu, savaş tamamıyla bir sınıf savaşıydı. Nasıl İngiliz İç Savaşı veya Fransız Devrimi feodal düzeni yıkıp yerine kapitalist düzeni getirmişse, Amerikan İç Savaşı da bu durumun aynısının ABD’de yaşanmasını sağlamıştı. (Beard & Beard, 1934, s. 53-54). Dolayısıyla, Beard’lara göre, Amerikan İç Savaşı aslında bir ulusal burjuva devrimiydi. Beard’lara benzer bir şekilde Arthur C. Cole de Beard’ların kitabıyla aynı sene içinde yayımlanan ve o dönem oldukça meşhur olan The Irreprisible Conflict, 1850-1865 isimli kitabında Amerikan İç Savaşı’na kaçınılmaz bir savaş olarak bakmıştır (Cole, 1934). Fakat, Cole bu savaşa Beard’ların aksine sadece ekonomik faktörler üzerinden değil sosyal, kültürel ve entelektüel tartışmalar açısından da bakmıştır.
Yazının devamı için tıklayınız.
Comments